KIŞ GÜNÜ
- KISIM
(Bir divan vardır. Genelde Muharrem divanda oturur. Nevriye minderde Muharreme yakın durur. Duvarların dibinde minderler, kırlentler vardır. Duvarlarda duvar halıları vardır. İşlemesi yöreye özeldir. Cılız bir ışık ampulden sızıp odayı aydınlatır. Etrafta kandiller, mumlar da vardır. Gece vaktidir. Nevriye kuran okumaktadır. Muharrem tesbih çekmektedir. Laçin beşiği sallar. Televizyon açıktır. İsmet televizyona bakar.)
Nevriye- (Çayını yudumlar.) Çok şükür. (Ellerini yüzüne götürür.)
Muharrem- Zam gelmiş ne varsa.
Nevriye- Çaya mı gelmiş?
Muharrem- Yollar kapandı tabii. Zındıklar, iş başındalar.
Nevriye- Tövbe estağfurullah. Şunu düzgünce söylesene bey.
Muharrem- Tuz, şeker de almalı hemen. Oğlum odun, kömür var mı?
İsmet- (Sessiz bakar.) Azaldı. Ben yarın kırarım. Kömürü de Mustafa alır sonra.
Muharrem- Hava iyi. Kır hemen. Kömüre de sen git.
Nevriye- Kır oğlum, bekleme Mustafamı da. İşi var yavrumun.
İsmet- Sonra kırarım ana. Laçin bardağı doldursana.
Laçin- Olur. (Doldurmaya gider.)
Nevriye- (Nevriye torunuyla oynar.) Maşallah torunuma. Bak dedesi nasıl sessiz sedasız duruyor.
Muharrem- (Bakmaz.) Allah şükür. Oğlum şimdi hatırladım. Öğlen namazdan sonra İbrahim Ethem hayvan satacakmış.
İsmet- İbrahim Ethem, Şuayibin babası. Yazık İbrahim emmiye severdi o hayvanlarını. Kaça bırakıyor hayvanları?
Muharrem- Ucuz söylediydi. Merkezden parayı hesaplaşıp alsan ya hayvanları.
İsmet- Baba şimdi, kışın yem bulamam o hayvanlara da. Sonra alırız. Kışı geçirsinler.
Muharrem- Sen beni dinle. Allah yardım eder. Öyle güven sen, al hayvanı yemi hallederiz.
İsmet- Bu kadar hayvan da yoruyor. Zor bitirdim işi bugün. Ayağımı atamıyorum.
Muharrem- Mustafa ne haldedir? Çek kulağını yardım etsin. Çok bile konuştum.
Nevriye- Bey olur mu hiç? Sen güzel konuş Mustafa’ma yeter. Hem iyidir o. Eski hali de kalmadı.
Muharrem- Ahırda da ateş yakalım. Üşümesinler. Mustafa hala aynı hayırsız.
Laçin- (Çayı doldurur.) Afiyet olsun.
Nevriye- Çok geç doldurdun, hayırdır. Rahatsızlığın mı vardır, gene?
Laçin- Hayır ana.
Nevriye- İyi. Bir de sen çıkma başımıza.
(Sessizlik sürer. İsmet kitap okur. Laçin telefona bakar. Muharrem ve Nevriye tesbihe devam ederler. Nevriye arada milletin ne yaptığına bakar. Muharremin tesbihini de sayar.)
Nevriye- Kaçırdın iki tanesini bey.
Muharrem- (Nevriye’ye şaşkın bakar.) Küçükken bir kış bastırmıştı. Hayvanların bazıları soğuktan ölmüştü. Ahırda biri vardı.
İsmet- Kimmiş o, baba? (Muharrem ilgisiz, tesbihiyle ilgilenirken lafa tekrar girer.)
Muharrem- Hırsız Kenan. Tanımazdık o kadar. Ahırdan bir hayvanı götürmeye çalışırken hayvan bunu tepmiş, bayılmış, donmuş soğukta. Öldükten sonra hırsız dediler.
Nevriye- Allah ırak eylesin. Büyük günah. Cehennemde çalan elleri kuruyordur.
Laçin- (irkilerek.) Korkunç.
İsmet- Ben de keşke bulsam o namussuzu. Neler ederim elime geçirsem.
Muharrem- Jandarmadan haber gelmedi mi?
İsmet- Soruşturmuşlar. Daha bitmemiş işleri devam edeceklermiş, komutan unutun dedi çoktan gitmiştir altınlar dedi.
Muharrem- Nereye gidecekmiş, yollar çok zamandır kapalı.
İsmet- Nereden bileyim baba!
Nevriye- Üzülüyor işte, ne kadar nankör oldunuz. Hiç ana babaya saygı kalmamış.
İsmet- Ana canım sıkkın, ne saygısızlığı yapmışım.
Nevriye- Kaç kere odun kır dedi baban. Hiç yerinden kalkmadın.
İsmet- Karanlık çöktü. Soğuk bir yandan bastırıyor. Sabah olunca yaparım işimi.
Nevriye- Bir bildiği vardır şimdi kır diyorsa.
İsmet- Yoktur, baba şimdi mi odun kırayım?
Muharrem- (Tesbih çeker.) Estağfurullah, estağfurullah. İhtiyaç olur diye söylemiştim.
İsmet- Tamam. (Somurtarak çıkar. Yakacak odun getirecektir.)
Laçin- (Telefonundan izlediği videodan ses ani yükselir.) Ay! (Hemen kapatır.)
Nevriye- Bırak şu mereti. Her zaman ona bakacağına sen de dua et. Belki için rahatlar.
Laçin- Ne? Anlamadım ana.
Nevriye- Neyi anlamadın, anladın her şeyi.
Laçin- Ana, çorbayı ısıtayım. İsmet biraz yesin öyle yatsın.
Nevriye- Çocuğa da ver.
Laçin- Bebek çorba içer mi?
Nevriye- İçer kızım niye içmesin, biraz ılıştır içir.
Laçin- Ben şu çorbayı ısınmaya koyayım. (Çorbayı ısıtmaya başlar.) İçerideyim. Bebeyi emziriyorum. (Bebeği kucakladığı gibi içeri gider. Bu gidiş bir kaçışı andırır.)
Nevriye- Hele hele şuna bak. Gördün mü bey?
Muharrem- (Sessizdir.)
Nevriye- İçeri bir kaçışı var sanki burada yiyoruz kızı.
Muharrem- Tövbe estağfurullah.
Nevriye- Ne laf dinliyor ne bizimle düzgün konuşuyor.
Muharrem- Kızın içi hala ürperiyor. Burada da huzursuz.
Nevriye- Burada mı huzursuz? Yediği içtiği önünde, sıcak ev… Daha da bir şey istemez insan.
Muharrem- Bunlar genç, hatun. Şükür etmiyorlar.
Nevriye- Sen İsmetle konuşsan da artık şu üzüntüyü bıraksalar. Evin bereketi kaçtı. Yediğimiz içtiğimiz…
Muharrem- Ben konuşurken gelin öyle elindeki meretle oynuyor. Oğlan desen ne olduğu belirsiz şeylere bakıyor her fırsatta.
Nevriye- Eh işte! Bizim zamanımızda anamızın babamızın dizinin yanında otururduk gözünün içine bakardık.
Muharrem- (Tesbihi bırakır. Elini yüzüne örter.) Oğlan gelsin de konuşuruz. Ben yatsıya gidiyorum.
(Ağır aksak yerinden kalkar gider. Nevriye çayını içmeye devam eder. İsmetin okuduğu kitabı eline alır. Kapağını okumaya çalışır, okuyamaz. Yerine bırakır.)
Nevriye- Ne gerek var, zamanında okumadık bir eksiğimiz mi oldu? Ana baba duası, hayırlı evlat olmak çok daha önemli. (İsmet üstü başı kirlenmiş, üşümüş halde gelir. Selam vermez.)
Nevriye- Aleyküm selam oğlum.
İsmet- Sıcak ne var, çay dışında.
Nevriye- Gelin çorbayı ısınmaya koydu. Bir tas koyayım.
İsmet- Çok soğukmuş, tipiye döndürecek yağan kar.
Nevriye- İyi bak ne güzel, oduna ihtiyacımız varmış demek ki.
İsmet- Gündüz gözüyle de odun getirebilirdim.
Nevriye- Baban şimdi dediydi.
İsmet- Babama ne fark eder? Nerede babam?
Nevriye- Namazda. (Mustafa içeri girer. Çok üşümüştür. Karla kaplanmıştır başı, omuzları. Selam vermez.) Oğlum gelmiş, hoş geldin. Gel çabuk sana da bir tas çorba koyayım.
Mustafa- Sağ ol ana.
İsmet- Neredeydin tüm, evde iş mi yok da bu saate kadar gelmiyorsun.
Mustafa- Asabım bozulmuştu. Arkadaşlarda gel bizle otur dedi. Ben de onlarlaydım.
İsmet- Öyle oluyor muymuş ne garip.
Mustafa- Hesap sorma bana. Geldim işte. Geldim, yarın yaparım işleri.
Nevriye- (Nazik, naif, yumuşaktır.) Ağabeyin öyle kafana estiğinde bırakıp gitme diye diyor oğlum.
Mustafa- Sen de başlama ana. Geldim işte yardım etmiyorum demiyorum. Bir sen eksiktin üstüme gelmeyen. Babam bir yandan siz bir yandan.
İsmet- Ne dedik de böyle konuşuyorsun. Hele kadına böyle ayıp değil mi?
Mustafa- (Nevriye çorbaları koymuştur. Mustafa çorbayı yudumlar.) Güzelmiş. Bir şey demedim ki anama. Her şeyi büyütüyorsunuz.
İsmet- Sabah yardıma gelecektin, seni beklemeden işe koyulum.
Mustafa- İyi yapmış. Sabah kalktım, namazı bile kılmadan fırladım kasabaya. Arkadaşlar da keyfim yerine gelsin diye uğraştılar o kadar. (Ceketini çıkarır. Nevriye hemen eline alır ceketi.)
Nevriye- Oğlum benim, bekle sen ben sana yeni kıyafetler getiriyim de değiş üstünü. Islak bunlar.
Mustafa- (Telaşlı. Nevriye’yi hızlıca ellerinden tutar.) Ben yaparım anne.
Nevriye- Sen çorbanı iç. Ben hemencecik getiririm. Elime mi yapışacak?
İsmet- Otur çorbanı iç. İçin ısınsın. Söyle sen gene kahvehanede oyun mu oynadın?
Mustafa- (Odağı kaybolmuştur. Anlamsız etrafa bakar. Öyle cevap verir.) Oyun mu? Evet, hayır bıraktım oyunu. İnanır mısın bugün arkadaşlar o kadar bir iki el çevirelim diye ısrar ettiler ama ben öyle bir dur dedim ki…
İsmet- Sonra yine oynadın.
Mustafa- Ne? Oynamadım ağabey. Ben temizim. Hatta yarın işleri ben de tutacağım görürsün. Bugüne bugün bıraktım her zararlı şeyi.
İsmet- Ben çorbayı içtim ekmeği yedim ama dediklerini yemedim Mustafa. Sen küçükken de bilye oynardın. Kaptırınca benim keseden aşırırdın.
Mustafa- Kazanırdım ama sonra. Kaptırdığım kadarını alırdım geri.
İsmet- Ben kaybederdim Mustafa. Ben kaybederdim. Öyle oynayarak içme çorbanı adam akıllı hızlıca iç. Yatağına zıbar. Erken kalkacağız.
Mustafa- Anam nerede kaldı ya?
İsmet- Niye sordun üstündekiler rahatsız mı etti şimdi. Keyfin yerineydi. Arkadaşların da keyfini yerine getirmiş hem. Vallahi kral gibi yaşamışsın bugün.
Mustafa- (Düşünceli. Yavaş konuşmaya başlar sonra fark edip kendisini düzeltir.) Yok yani anam bir yere mi takıldı belki bir yerini vurmuştur dedim de ondan. Evet sağ olsunlar kardeş gibiyiz onlarla yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez.
İsmet- Biraz da ailenin yediğine içtiğine bak. Ahırlardaki hayvanlar bizim ekmeğimizi kazandırıyor. (Eline aldığı parça ekmeği gösterir.) Tüm kış buna hasret kalacaktık o hayvanlar olmasa.
Mutafa- Yengem ne yapıyor?
İsmet- Bebeyle ilgileniyordur. İkisi de birbirinden huysuz. Laçin, ayrı korkmuş. Buraya geldik daha da rahatsız oluyor. (İçeriden bebeğin ağlama sesleri gelir.) Laçin uyuya kaldı sanırım. Ben gideyim de bebeği uyutayım. Sabaha hazır ol. (İsmet içeri gider. Nevriye gelir. Eli ayağı titreyerek içeri girmiştir.)
Mustafa- Babam yattı mı?
Nevriye- Yatsıyı kılıp öyle yatacaktı.
Mustafa- Beni sordu mu, nerede diye?
Nevriye- Yok oğlum sormadı. Benim bir soracağım vardı.
Mustafa- (Dilim ekmeği çorbada gezdirip yer.) He ana sor.
Nevriye- Sen kalan borcunu ödemedin miydi?
Mustafa- Ödemedim. Hallederim bir şekilde aklımda bir şey var.
Nevriye- (Mustafaya daha da yaklaşarak.) Ne işte o?
Mustafa- Öderim ya, sıkıştırma beni böyle.
Nevriye- (Yemeği önünden çeker.) Sordum sadece aklındaki ne oğlum diye.
Mustafa- Yani… Şey… Sen bana bırak. Bende bu mesele.
Nevriye- Alacaklı sana bir şey demiyor mu? Ben olsam orada burada sürteceğine paramı kazan derdim.
Mustafa- Yok ana hallettim sayılır. Şu yollar açılsın şehre gidip bitireceğim.
Nevriye- Nasıl işte?
Mustafa- Ne yapacaksın ya! Rahat bırak beni.
Nevriye- Nasıl yaparsın bunu? Hem de ağabeyine.
Mustafa- (İstifini bozmamaya çalışır.) Ne diyorsun hiç anlamıyorum.
Nevriye- Buldum onları. Odan da saklamışsın.
Mustafa- Ne zaman? Ben… Ben hiçbir şey anlamadım. (Kalkıp gitmeye çalışır. Nevriye onu kolundan tutar.)
Nevriye- Sen çalmışsın işte. Altınları odanda buldum.
Mustafa- Altınları mı? Nasıl buldun, bana lazım onlar. Hem ağabeyimin altını değiller.
Nevriye- Kimin altını o zaman, kuyumcu mu var buralarda. Sen gömümü mü buldun? Tövbe estağfurullah. Başıma bu da mı gelecekti. Sen bela mısın oğlum. Ağabeyinin hayatını niye mahvediyorsun.
Mustafa- Gidip ondan para istediydim. Vermedi. Adamlar beni vurup öldürsün mü? Kuş uçmaz kervan geçmez yerler buralar. Hava biraz kötüledi mi biri çıkıp indirse beni kimsenin ruhu duymaz.
Nevriye- Kendi başını belaya soktuğun gibi ağabeyinin hayatını da kirletiyorsun.
Mustafa- Önce borcumu ödeyeyim. Sonra ağabeyimle hesaplaşırım.
Nevriye- Bilmiyorum oğlum. Bilmiyorum.
Mustafa- Benim ihtiyacım olmasa yapar mıyım böyle? Vallahi billahi benim ihtiyacım vardı.
Nevriye- Hadi borcu ödedin sonra ne olacak ki? İsmet, Lâçin, torun… Onlar böyle ortada kaldı.
Mustafa- Ya ana bir şeycik olmaz. Laçinle yeğenim yaşayıp gidiyor. Rahattalar. Karınları doyuyor sıcaktalar. Ağabeyim de çalışıyor bakıyor onlara.
Nevriye- Çok günah. Büyük günah. Kul hakkı… Öbür tarafta affı yok.
Mustafa- Yatalım. Yapacak bir şey yok.
- KISIM
(Yine aynı dekor. Sabah olmuştur. Laçin sahnede örgü yapıyordur. Mustafa gelir.)
Mustafa- Günaydın yenge.
Laçin- Günaydın.
(Sessizlik.)
Mustafa- Ne yaptı ya? Yenge, yeğen falan.
Laçin- İyi o da. Gece huysuzdu. Şükür hala uyuyor.
Mustafa- Abla iyi misiniz burada?
Laçin- Şey… Bilmiyorum. Her yer üstüme geliyor gibi.
Mustafa- Talihsiz şeyler.
Laçin- Sen ne yaptın, hallettin mi kasabadaki işlerini.
Mustafa- Arkadaşlarla vakit geçirdim. Bir iki iş var onu kovalıyoruz.
Laçin- İnşallah ödersin borcunu. Hayallerine engel oluyordur bir zincir gibi.
Mustafa- Sıkıştırıyor. (Sessizlik oluşur. Düşüncelidir.) Ben ağabeyime hayvanlar için yardım edeyim.
Laçin- İyi olur ya. Ne zamandır yardıma ihtiyacı vardı.
Mustafa- Allaha emanet yenge.
Laçin- Sen de. Kolay gelsin. (Mustafa çıkar. Laçin örgüyü kenara bırakır. Çorbayı kaynatmaya başlar. Ekmek keser. Nevriye gelir.)
Nevriye- Ben de çorbayı diyecektim. Geldiklerinde içsinler içleri ısınsın emi.
Laçin- Evet.
Nevriye- Senin neyin var, gene? Gece çocuk arada uyanıp, ağlıyordu.
Laçin- Zor geçirdi geceyi. Çok huzursuz.
Nevriye- Oh şimdi de akşama kadar yatar. Baba pazardaydı. Biraz erzak eksiği vardı. Alıp gelecek.
Laçin- Tamam ana ben erzakları yerleştiririm yerlerine.
Nevriye- Şu örgü mü senin ki? (Nevriye örgüyü alır inceler, memnuniyetsiz bakar.)
Laçin- Daha bitmemişti.
Nevriye- E bu düğümlerin, dikişlerin bazıları kötüdür. Sök yeniden ör.
Laçin- (Gözleriyle bıkkınlığını gösterir.) Tamam.
Nevriye- Çocuğa da iyi bak huzursuzlanmasın.
Laçin- Doktora götürmeliyiz artık.
Nevriye- Ne götürmesi, yolları gördün mü sen?
Laçin- Daha da hastalanıyor. Doktor şart.
Nevriye- Nereden biliyorsun. Aslan torunum sapasağlam. Sen boş kuruntularını kendine sakla ne babayı ne İsmeti rahatsız et. (Muharrem gelir. Elinde torbalar vardır. Nevriye hemen torbalara davranır.) Hoş geldin bey.
Muharrem- Eyvallah Hanım.
Laçin- Hoş geldin baba.
Muharrem- Allahın işi işte hiçbir şey gelmemiş pazara. Biraz zerzevat aldım. Meyve de var, kıyma vardı güzel iki kilo ayırttım. Yağsız. Çay, şeker, un.
Nevriye- Şükür allaha. Daha ne isteriz.
Muharrem- İstenir daha da. Şükürsüzsen istersin.
Laçin- Alıyım torbaları.
Muharrem- Eyvallah gelin. Nasıl oldu torun, ağlayıp duruyordu.
Laçin- Sakinleşti. Şimdi de uyuyor ama doktora…
Nevriye- Hiçbir şeyciği yok torunumuzun.
Laçin- Baba doktora götürmeliyiz. İsmetle götürebiliriz.
Nevriye- Nereye gidecekler bu karda kışta. Yollar çok kötü.
Muharrem- (Sessizdir. Oturur. Dinler, düşünür.) Yollar kötü.
Laçin- Bir şey söyle baba.
Muharrem- Ben hele bir abdest alayım.
Nevriye- Ben biraz sıcak su ayırdım sana.
Muharrem- Nerede, onunla alayım. Rahat olur. (Nevriye, Muharrem beraber diğer odaya geçerler. Laçin örgüye devam eder, çorbaya bakar. İsmet gelir yorgundur.)
İsmet- Güzelmiş kime örüyorsun?
Laçin- Belki sana.
İsmet- Belki mi? Banadır o bana. Oh çorba harika kokuyor.
Laçin- Dur bir tas koyayım.
İsmet- Zahmet olmasın sana.
Laçin- Otur sen, belli yorgunsun.
İsmet- Mustafa geldi de bir tuhaftı. Yanımda boncuk boncuk terliyordu. Şunu yap diyorum ilkinde anlamıyor ikincisinde fırlıyor işe koyuluyor.
Laçin- İyi işte işin ucundan tutuyor.
İsmet- Babam geldi mi?
Laçin- Geldi torba dolusu erzakla.
İsmet- İyi yenir.
Laçin- Ailenin sözde büyüklerine söyledim, doktora götürmeliyiz diye.
İsmet- Dur dur tahmin edeyim ne oldu? Ana olur yavrum götürün bir şeyciği kalmasın torunumuzun demiştir. Babam da canlanıp, hareketlenip hemen hemen hatta üstümü değiştirip birlikte götürelim demiştir.
Laçin- Sen nereden bildin ya! Aferim sana buraya bir şey mi koydun da dinlemişsin bizi.
İsmet- Bir kulağımı buraya koymuştum. (Söz de kulağını arar minderi kaldırıp bakar.) Kaybettim. Artık tek kulaklı bir kocan var.
Laçin- (Güler.) Tatlı bir kocam var.
İsmet- Biz götürürüz. Onların sözüne kalsak berbat olurdu.
Laçin- Ne zaman götürelim ki? Açık yol var mı?
İsmet- Kasabanın doktoruna götürelim. Kasaba tarafından yolu açıyorlarmış. Birkaç güne biter.
Laçin- İsmet ben daha iyiyim. Durumumuza varsa…
İsmet- Durumumuz yok.
Laçin- Olmayacak gibiyse ben de çalışayım. Çapa yaparım, hayvanlara bakarım. Çıkabilirim artık dışarı.
İsmet- Gerçekten, öyle mi hissediyorsun?
Laçin- Evet, yapabilirim.
İsmet- (Sessiz kalır.) Evet, keşke daha farklı olsaydı. Ben çıkayım. Daha işim var. (İsmet çıkmaya yakınken Nevriye gelir.)
Nevriye- Bitti mi işin?
İsmet- Yok, hayır. Kısa süreliğine geldim öyle.
Nevriye- Mustafa yardıma gelecekti, iyi etmiş…
İsmet- Geldi geldi yardım ediyor.
Nevriye- Ha… Geldi mi… Ne güzel bir gün iki evladım da ev için çalışıyor. (Tedirgindir.)
Laçin- Evet öyle ana.
Nevriye- Şey İsmet sizin altınlardan haber gelmiş miydi?
İsmet- Kim çaldıysa daha ortaya çıkmadı. Jandarma arıyordu en son.
Laçin- Keşke kim yaptıysa bulsalar.
İsmet- Bulsalar ne mutlu hatta ben bir elime geçirsem de odunla bir iki terletsem. Hınçla doldum.
Nevriye- Yapma oğlum günahtır kimseye yapılmaz öyle.
İsmet- Niye yapılmaz? Hak etti şerefsiz. Böyle milletin emeğini, hakkını çalanlar hak ediyor. Hem kul hakkına giriyor hem de hayatımızı mahvediyor.
Laçin- Daha da fazlasını hak ediyor. Böylelerinin anasına babasına yazık.
Nevriye- Öyle denmez gelin.
Laçin- Denir ana denir.
Nevriye- Anasına babasına yazık… (Düşünür durur.) Niye yazıkmış?
İsmet- Belli ki ipsiz sapsız biri. Milletin evine, namusuna girip hırsızlık yapıyor. Emek hırsızı… Böyle biri belli ki ipsiz sapsız biri. Hayırsızdır.
Nevriye- Allah korusun.
Laçin- Evet öyle evlattan Allah korusun. Öylesini doğuracağıma taş doğururdum.
Nevriye- Sen de hınçlanmışsın belli. (İyice rahatsız olmuştur.) Biraz oturayım şuraya. Sanki bir fena oldum.
İsmet- Ana bir şeyin yok ya.
Nevriye- Yok yok. Biraz içim bunaldı. Oturup rahatlayayım, rahatlayayım yeter. Oturdum böyle iyiyim şimdi, siz gidin işinize gidin.
İsmet- Tamam ana ben gidiyorum hayvanlara.
Laçin- Ben de akşama fasulye ayıklayayım.
Nevriye- İki parça olsun hepsi çok dağılıyor pişirince.
Laçin- Tamam. (İsmet gider. Laçin de mutfağa geçer. Nevriye oturduğu yerde ellerini açar ayet okur. Muharrem gelir.)
Nevriye- Selamın aleyküm bey.
Muharrem- (Sessiz oturur. Tesbihini biraz çeker.) Aleyküm selam. Mustafa nerededir?
Nevriye- Hayvanlara gitti İsmetle.
Muharrem- İyi. Gitsin gitsin. Çalışsın. İyice ipsiz sapsız olacaktı.
Nevriye- İpsiz sapsız… Nasıl oluyor da ipsiz sapsız diyorsun.
Muharrem- Demedim. Oluyordu az kala.
Nevriye- Yoksa öyle biri mi?
Muharrem- Bir düşün kendin karar ver. İsmet İbrahim Ethem’in hayvanları almaya gidecekti, aldı mı?
Nevriye- Sormadım da daha buralarda hayvanlara gitti.
Muharrem- Bıraksın onları gitsin alsın hayvanları.
Nevriye- Söyleyemem. Çoktan gitti ahırlara.
Muharrem- İyi, ben mi kalkıp gideyim?
Nevriye- Tamam Bey ben giderim. (Alelacele çıkar.)
Muharrem- Bismillah, şükür yarabbi. (Çıkar.)
- KISIM
(Çocuğu doktora götürme günü gelmiştir. İsmet, Laçin.)
İsmet- Acele haber verdim de yollar açılmadı daha. Bir paletli taşıtla alacaklar bizi.
Laçin- Çocuğu hazırladım.
İsmet- Bizimkilere takılmadan gidelim. (Nevriye kapıdan belirir.)
Nevriye- Nereye gidiyorsunuz?
İsmet- (Kararlıdır.) Çocuğu doktora götüreceğiz.
Nevriye- Bu soğukta!
Laçin- Çocuğun doktora görünmesi lazım.
Nevriye- Yok! Çocuk bu soğukta gidemez. (Davranır çocuğa açılan kapının önüne geçer.)
Laçin- Ana…
İsmet- Çekil de götürelim. Akşama doğru geliriz eve.
Nevriye- Hayvanlara kim bakacak? Yenileri de var artık.
İsmet- Mustafa nerede, Mustafa’nı getir o baksın. Benim şu anki önceliğim çocuğum.
Nevriye- O senin kadar anlamaz. Babana bana da yazık. Büyük sözü dinle.
İsmet- Neden ben dinliyorum da Mustafa hayırsızı bir şey yapmıyor?
Nevriye- (Telaşlı.) Ona kızma. O… Sıkıntılı, dönemde.
İsmet- Ne dönemi? Boş geziyor.
Nevriye- Oğlum, onu affet.
İsmet- Hadi Laçin gidelim. (Çıkarlar. Nevriye oturur uzunca düşünür. Mustafa gelir dışarıdan yorgun argındır.)
Mustafa- Burada mı?
Nevriye- Çıktı, çıktılar. (Muharremin tesbihini eline alır. İncelemeye başlar.) Baban sever bu tespihi niye bırakmış ki? Apar topar gitmiş belli.
Mustafa- İş var dedi gitti. Ne işi dediydim süte tüccar bulmuş, yeni. Daha iyi fiyat verir iye koşturdu sanırsam.
(Sessizlik.)
Mustafa- Yollar yakın zamanda açılırmış.
Nevriye- Açılsın. (Tesbihi çekip dua etmeye başlar.) Açılınca ne olacak, sen gene… O altınları geri vereceksin İsmet’e.
Mustafa- Nasıl olur? Benim… Benim olduğunu anlarsa keser beni. Çıldırır, küplere biner.
Nevriye- Benim benim diye ağzında geveleme önce kabul et yaptığını. Hırsızsın hem de öz ağabeyinden çaldın. Saklayamayız artık. İkisi de gitmek istiyor buradan. Altınları olmadan gidemez.
Mustafa- Sonra yardım etsem ya daha iyi olur.
Nevriye- Ne daha iyisi, hemen vereceksin yoksa ben söyleyeceğim. Kaç gecedir düşünüp duruyorum. (Mustafa gelir dizinin dibine çöker.)
Mustafa- Olmaz ana. Yapamam. Gizli saklı bulduralım tamam ama benim çaldığım çıkmasın ortaya.
Nevriye- Bir kere çaldın artık. Günahın af olmaz ki altınları alsalar da.
Mustafa- (Beti benzi atmıştır.) Borcum var. (Muharrem girer.)
Muharrem- Kömür lazım, kömür, kömür. İsmet gel kömür getir. Hayvanlar üşümesin podunu kendimize yakarız.
Mustafa- İsmet yok baba.
Muharrem- Nerede?
Mustafa- Laçinle çocuğu doktora götürdüler. Ben kömür bulurum.
Muharrem- İsmet gelince bulur. Bekleriz.
Nevriye- E hayvanlar donar dediydin. (Tesbihi Muharreme uzatır.)
Muharrem- Bekleriz.
Mustafa- İsmet burada olmasa ne yapardın baba, buradan gitse başka bir yerde yaşasa?
Muharrem- İyi oldu İbrahim Ethem’in hayvanları bizimkilerle cinsleri aynı. Sonraki kışa bir iki yavrulamış da olurlar.
Mustafa- Baba! İsmet ağabeyim yok. Kömürü ben getireceğim.
Nevriye- Hayır, İsmet getirsin dedi. Babanın lafına karşı çıkma. (Sessizlik.)
Muharrem- Namaz geçti mi?
Mustafa- Okunmadı.
Muharrem- Kumandayı versene.
Mustafa- (Kumandayı çabucak kapar. Muharreme verir.) Buyur baba.
Muharrem- Kanallar çekmiyor. Radyoyu açalım. (Yakınındaki küçük radyoyu alır eline. Radyoyla oynamaya başlar.)
Nevriye- Şehirden ne havadisler var acaba?
Muharrem- Bakalım. (Bir kanal bulur dinlemeye başlar. Kulağını radyoya dayar.)
Mustafa- Cızırtı çok baba. Sonra dene.
Muharrem- Hava durumunu dinlesek yeter.
Mustafa- Ahıra gidiyorum. (Çıkar.)
Nevriye- Hava havadisi yok mu?
Mustafa- Var, var olmamı. (Biraz daha oynadıkça bir kanal bulur.)
Radyo Sesi- Sibirya soğukları sonrası havalar iki hafta daha ısınmıyor. Doğu Anadolu illerini yoğun bir kar fırtınası bekliyor. Yer yer sınır bölgesindeki illerde yağışlar tipiye dönüşecek.
Nevriye- Yollar zaten kapalıydı iyice geçilmez olacak.
Muharrem- Bizimkiler nerede kaldı, akşam oluyor.
Nevriye- Akşama geliriz dediler. Gelirler.
Muharrem- Bastırmadan tipi, fırtına gelsinler hemen. (Mustafa gelir.)
Mustafa- Ana bir gelsene bir şey diyeceğim. (Muharrem elinde tesbihle radyoyu dinler.)
Nevriye- Bir şey mi oldu ahırlarda.
Mustafa- Ahıra gitmedim. Yola baktım. Hava iyi gibi gelirler.
Nevriye- Geldiklerinde verecek misin?
Mustafa- Ben veremem yataklarına koysak yetmez mi?
Nevriye- Nereden geldi bunlar dediklerinde, ne diyeceğiz, evdeydik hep beraber. Jandarmaya da haber vermeli altınları bulduk diye. Seni yine bulurlar.
Mustafa- Hava karardı iyice, geliyorlardır.
Nevriye- İsmeti yanına çek söyle.
Mustafa- (Dışarıdan araç sesi gelir.) Bak geldiler.
Nevriye- Önce konuş.
Mustafa- Babam duyacak.
Nevriye- Saklayamayız ki.
(Laçin ve İsmet gelirler. Yoldan gelmişlerdir. Yorgunlardır. Laçin kucağında sarıp sarmalanmış çocuğu içeriye götürür.)
İsmet- Selamın aleyküm.
Nevriye- Hoş geldin. E söyle hemen merak ettim doktor ne dedi?
İsmet- Konuşuruz. Önemli bir şey yokmuş.
Laçin- Ben çocuğu yatırayım. (İçeri gider.)
İsmet- Yok mu yaptığınız bir şey? Aç geldik yoldan. Hava da iyice kötüleşecek diyorlar. Daha da gidilmez bir yere.
Muharrem- Hoş geldiniz. Gelin nerede?
İsmet- Çocuğu yatırıyor baba.
Muharrem- Epey geciktiniz, iş vardı o kadar.
İsmet- Mustafa halleder demiştim.
Nevriye- Bir kısmını yaptı.
İsmet- İyi iyi. (Kaynamış çorbaya bakar.)
Nevriye- Babanın getirdiklerinden hemen pişireyim biraz. Biz de yemedik, hep beraber yeriz.
İsmet- Tamam ana. Elimi yüzümü yıkayıp geliyorum.
Muharrem- İsmet, İsmet!
İsmet- Buyur baba.
Muharrem- Kömür lazım bize, odun ısıtmaz hayvanları o kadar.
İsmet- Bu saatte bir şey yapamam yarın hallederim.
Muharrem- Acildi de yoldan geldiniz karnınızı doyurun sabah erkenden yaparsın.
İsmet- Eyvallah baba. (Ellerini yıkamaya çıkar.)
Nevriye- Git ağabeyinin arkasından ellerini yıkarken helallik iste söyle.
Muharrem- Ne diyecek İsmet’e?
Mustafa- (Heyecanlanmaya başlar.) Hiç, baba hiç.
Muharrem- De hayde kurulsun sofra. Ben bir akşamı kılıp geleyim.
Nevriye- Var mı abdestin?
Muharrem- Vardır, vardır. (Muharrem gider İsmet gelir.)
İsmet- Doktor çok mühim bir şeyi yok dedi. Ateşlenmiş, buralar soğuk gelmiş çocuğa. E mecbur kalıyoruz burada.
Nevriye- O ne demek ananın babanın evi. Zorla kalmak ne?
İsmet- Ana evliyim, çocuğa uygun ev kurmak da lazım. Beşiği ancak sığdı odaya. Sıkış tıkış kalıyoruz. Evde hafif koku var. Soba burada, odalar soğuk. Çocuk yanınızda da uyumuyor.
Nevriye- E ne olmuş, yaşıyoruz işte karnımız tok sırtımız pek.
İsmet- Yetmez ana yetmez. İmkân olsa o şerefsiz hırsız dadanmasa malımıza ne güzel yaşıyorduk.
Mustafa- İhtiyacı… Hiç mi kalkamıyorsunuz yerinizden?
İsmet- Hiç.
Nevriye- Haydi Mustafa artık. (Yer tahtasıyla sofrayı kurar.)
Mustafa- Ağabey… Ağabey bir dışarı çıkalım mı?
İsmet- Soğuk dışarısı ne diye çıkalım?
Mustafa- Bir şey vardı da onu söyleyecektim.
İsmet- E iyi kardeşim, burada söyleyiver işte.
Mustafa- Özel ağabey burada söyleyemem.
İsmet- E haydi çıkalım o zaman. Bir derdin mi var?
Mustafa- Onun gibi bir şey.
İsmet- (Sessizce.) Alacaklılarla ilgili mi?
Mustafa- Onun gibi bir şey. (Beraber çıkarlar. Laçin gelir.)
Laçin- E bu ikisi nereye gidiyor?
Nevriye- Konuşup gelecekler.
Laçin- Yardım edeyim ana.
Nevriye- Et yavrum et. Benim sana bir diyeceğim vardı.
Laçin- He ana söyle.
Nevriye- Kızma ama kimseye. Cahilliktir, şeytana uymuştur yapmıştır.
Laçin- Tabii ana, kim, ne onu anlamadım.
Nevriye- Şimdi… Bu sizin evde vaka oldu ya.
Laçin- Evet ana.
Nevriye- Kim yaptı biliyorum ben. Yalnız darılma, cahilliktir.
Laçin- Kim o?
Nevriye- Mus… Mustafaymış. Kızma ama ne olur çaresiz kalmış nereye gideceğini bilememiş. Alacaklılar sıkıştırıyormuş hep. (Sessizlik olur bir süre.)
Laçin- Mustafa altınları satmış mı?
Nevriye- Yok hepsi burada, burada torbada.
(Dışarıdan bağırışlar çağırışlar gelir. İsmet hışımla eve gelir.)
İsmet- Toplan Laçin daha vakit var.
Laçin- Mustafa sana söyledi mi?
İsmet- Evet. Sen nereden öğrendin.
Laçin- Şimdi söyledi, anan bana.
İsmet- Biliyor muydun sen de? (Nevriye’ye sorar.)
Nevriye- Evet, ben Mustafa’nın odasında bulmuştum.
İsmet- Bulduğun ana niye söylemedin de sakladın? Sürünüyoruz burada böyle.
Nevriye- Sen zamanında yardım etseydin çocuğa almazmış, pişman da zaten.
İsmet- Kumar oynamasaymış, bana ne, ne yaptığından.
Nevriye- Sen ağabeysin affetmelisin. Daha o toy.
İsmet- Ben babayım da kendi ailemi evladımı düşünmeliyim. Nerede altınlar?
Nevriye- Getiririm. (Gider.)
Laçin- Yeter artık yemek yiyesim kaçtı. Gidelim buradan.
İsmet- Sen topla eşyanı şimdilik, eve geçeriz. Çocuğu uyandırma hemen benim alacağım var şimdi.
Laçin- Tamam hemen toplanıyorum. Allah vere de kar bastırmasa iyice.
İsmet- Bir iki tanıdık var sıkıntı olmaz. Geceyi hallederiz evelallah. (Nevriye gelir. Elinde altın torbası vardır.)
Nevriye- Oğlum al bak burada altınlar, eksik yok. (İsmet alır torbayı içini açar bakar. Göz ucuyla sayar.)
İsmet- İyi, cidden satamamış içindekileri.
Nevriye- Evet yollar kapanınca gidememiş. (Mustafa gelir, yüzünün bir kısmı kızarmıştır.) Ne oldu oğlum sana?
Mustafa- Bir şey yok ana. (Laçin gelir.)
Laçin- Hazırım ben.
İsmet- Hadi gidelim.
Laçin- Çocuk hala uyuyor.
İsmet- Uyanmadan gitmiş oluruz, arkadaşın evine gideriz. Sabah da yola çıkarız.
Nevriye- Oğlum sonra gidersiniz kalın. Yemek yerdik, çok istiyorsanız sabah gidersiniz.
İsmet- Yok olmaz ana kalamayız burada. Gözümüzün içine baka baka kaç zamandır yaşıyoruz bir arada. Sen bulmasan altınları kim bilir ne yapacaktı?
Nevriye- Kardeşin o senin.
İsmet- Gidiyoruz. (Sessizlik olur. Laçinle İsmet çocuklarını alır ve çıkarlar.)
Nevriye- Gittiler, gittiler öylece. Bu kış günü hiçbir şeye aldırmadan.
Mustafa- Babam nerede?
Nevriye- Namazı kılıyordu. (Muharrem gelir. Elinde tesbihle radyo vardır.) Allah kabul etsin.
Muharrem- Âmin, inşallah. E neredeler? Benim kafada sıkıntı var galiba. İsmetle gelin geldi sandıydım.
Mustafa- Yeni gittiler.
Muharrem- Kömür mü getiriyorlar, iyi iyi kömür lazımdı.
Mustafa- Yok, gittiler. Evden gittiler.
Nevriye- Dönmeyecekler.
Muharrem- Niyeymiş, hayrola baba ocağında yemeği bile yemedik nereye giderler? Gelsinler çabuk.
Mustafa- Ben bulurum sabah kömürleri, yoksa alırım.
Muharrem- İyi, kurun da yemeği yiyelim o zaman. (Sessizlik. Muharrem tesbihini çekmeye başlar. Bir yandan dua eder. Gözlerinden yaş akar. Nevriye sofrayı kurmaya devam eder. Mustafa sobaya odun atar.)
SON